Ramazan daima güzeldir, İstanbul’da ise başka güzeldir. Söylendiği gibi gerçekten de bereketiyle gelir. Bereket öğrenci evlerine de uğrar, dolan yalnızca buzdolapları değil, misafir salonları, geniş sofralar ve müminlerin sevinçli kalpleridir.
Peki ya Ramazan’ın gelmesiyle Hisarüstü’nde neler değişir? Görünüşte çok şey değişmez, kafeler ağzına kadar doludur, sigaralar duman duman tüttürülür. Oruca değil özgürlüğe saygı vurgulanır. Derste bir hocanın “Ayılıp bayılmalara karşı suyunuzu, yemeğinizi alıp gelin.” demesinin akabinde “Ramazan’da oruçken ne yemeği hocam?” dediğimde ise düşündüğüm, zaten sınıfta yiyip içmekte serbest davrananlara engel olmaktan ziyade bunu bir de dillendirip yaygınlaştırması ve meşrulaştırmasına karşı bir tepkidir. Tabii bir dahaki derste hoca yemek bahsini açmayıp “Derse hazırlıklı gelin.” der. Bütün gün aç kalmanın Allah’a bir faydası olmadığını söyleyen hocaların da zaten ne yaparsak kendimize olduğunu anlamasını beklemiyoruz. Hisarüstü’nün olumsuz yüzü bu kadar yeter.
Asıl bir de iç yüzü vardır ki başta öğrenci evleri gelir burada. Bir gün bile misafiri eksik olmayan bir Ramazan geçirmek nasip oldu bize elhamdülillah, sahurlarımız yirmi kişiyi buluyordu ama o maneviyat yirmi kişiyi aşıyordu. “Böyle de sahur olur mu?!” demeyin, hem de nasıl güzel oluyordu. İftardayken beraber olduğumuz ya da bir anda aklımıza gelen arkadaşlarımızı davet ediyor, gelenler de arkadaşlarını çağırıyor ve zincir gittikçe büyüyordu. İftarlarda ise her gün başka bir hava tadıyorduk. Bir gün Süleymaniye’de, bir gün BYV’de, Sultanahmed’de, yemekhanede, Güney Çimler’de, kimi dernek-vakıflarda, Kuzey Çimler’de yaptığımız ders halkalarıyla tadına doyamadığımız iftarlar. Uhuvvetin tavan yaptığı, eski dostların birbiriyle görüştüğü, yeni arkadaşlarla samimiyet kurduğumuz değerli iftarlar. Mesela Fatih Abimiz ile yaptığımız tefsir derslerinin olduğu gün bir hayırsever abimizin verdiği, Süleymaniye’nin bahçesindeki mis gibi havayı tadarak yaptığımız ve bahçeyi doldurduğumuz iftar adeta gelenekselleşmiştir. Güney Meydan’da kimi zaman kendi aramızda bir şeyler hazırlayıp bölüm iftarları yaparız. Arkadaşlarla iftardan sonra Sultanahmed’de Ramazan’a özel olarak açılan, Osmanlı şerbetlerinden, tatlılarına, el sanatlarına kadar pek çok şeyi bulabileceğiniz nostaljik bir alan olan Tatlılar Koridoru’na gideriz. BYV Konak’ta mezuniyetin ertesine ayarlanan mezun-öğrenci iftarında konağın güzel doğasıyla iftar sevincini yaşarız.
Bir de Ramazan’ın, orucun asıl manasını anladığımız işler vardır ki yardım faaliyetleri; Armutlu ailelerine, Suriyeli ailelere, Hisarüstü’nde ihtiyacı olanlara erzak dağıtımları gibi. Allah razı olsun Ramazan’da, öncesinde bu işi yapan gönüller var, kimi malıyla kimi beden gücüyle destek oluyor. Bu işleri yaparken anlıyor ki insan oruç kendini o kardeşinin yerine koymak, halden anlamak, bir gönüle nasıl giriliri bulmakmış, doya doya yemek değil şükrüyle doymakmış.
Bütün bu iftarlar uhuvvetin artması, görüşemeyen dostların görüşmesi, yeni dostlukların oluşmasına vesiledir; orucun öneminin anlaşılması, midelerin değil asıl kalplerin doldurulması demektir. Allah (c.c.) bizi nice Ramazanlara ulaştırsın, İstanbul iftarlarını bize nasip etsin. Samimiyetimiz, maneviyatımız eksilmesin. İstanbul’da Ramazan başkadır.
Büşra Ünlü
بشرى
محبة العربية
Yayınlandığı yer: Ahval Dergisi Sayı 3
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder