Boğaziçi dedik düştük yollara, bir de nasibimizi buralarda aradık. “Birkaç Allah kelamı da oralarda söyleyebilir miyiz?”di derdimiz, neler yaşayacağımızı bilmeden. Hayatı boyunca ailesiyle yaşamış, ilk kez memleketi dışına çıkacaklar için cesur bir deneyimdi aslında. Müslümanların çok az olduğu, İslam’ın gündeme pek girmediği liselerden buralara geldiğimizde, “Boğaziçi liberal ama Müslümanlar yine azdır, başörtülüsün diye kapıdan almazlarsa okulu bırakıp gidersin, okula girersen de diyeceğini dersin; hadi bakalım.” ile üniversiteye ilk adımımızı atıyoruz; heyecanla, tereddütlü umutlar ve acabalarla… Sonra müthiş bir Müslüman atmosferiyle karşılaşmak… Bunlar birer başlangıçtır. Müslümanlar sanılandan daha güçlü, daha çok sesleri çıkıyor bu üniversitede, bu nokta sevindirici. Peki nerelerde sesleri çıkıyor, hangi noktalarda konuşuyor Müslüman gençler? Kayıtlarda stant açıyorlar, kermes yapıyorlar, konferans düzenliyorlar; eyvallah. Peki ya sınıflarda, öğretmenlerin karşısında birkaç kelam ediyorlar mı, yeri geldiğinde hakkını veriyorlar mı, kendi arkadaşlarımızın bile sınıfın atmosferinden etkilenip Müslümanca düşünmekten uzaklaştıkları anda “Hayır bir Müslüman böyle düşünemez, ben böyle düşünmüyorum, sizin inanadığınıza inanmıyorum.” diyorlar mı?
Aslında gündemimizi çokça meşgul eden konulardan biridir “Sınıflarda, amfilerde Müslüman öğrenciler konuşmalı mı, nerede konuşmalı, ne kadar konuşmalı ve kendilerini nasıl ifade etmeliler?” soruları. Hele de bölüme yeni başlamış bir öğrenciyse öğretmenlerle, sınıfla yeni tanışıyorsa. Burada asıl mevzu Müslüman kimliğiyle var olduğunu, sessiz olmadığını göstermek; sınıftakileri de mevzubahis konudan haberdar etmek, kendimizi tanıtmak, belki kimi arkadaşların kalplerinde bir değişime vesile olmak, “Biz söz sahibiyiz bizi yok sayamazsınız!” demek mi yoksa öğretmenleri o konuda ikna etmek mi? Hangi amaçla söz almaktan bahsediyoruz? Ya da “Ne söylesem fayda etmez zaten.” deyip susup kendimizi saklamaktan mı bahsediyoruz? Kendi adıma konuşayım: Kimseyi ikna etme derdi taşımaksızın, “Konuşmazsam sükut ikrardan diye düşünüp beni de kendilerinden sayarlar. Ama konuşursam, belki birileri de benim sözümden etkilenir. Allah bilir, sen bilemezsin.” diyerek konuşmam gerektiğine inandım, belki yılların getirdiği bir alışkanlıktı benimkisi; inandığım yerde susamamak. Eğer sosyal bilimlerde okuyorsanız hocaların bazen kendi fikirlerini empoze etmek istediklerini, bazen de bu kaygıyı taşımaksızın yalnızca size tamamen zıt fikirlerini açıkladıklarını görürsünüz. Elbette ki fikirlerini ifade etmelerine karşı olduğumu söyleyemem. İlginç olan şu ki, sanki bütün hocalar tek bir ağızdan konuşuyorlar. “Din bilime engeldir.”, “Homoseksüellik haktır.”, “Vejeteryanlık bir harika.” olmazsa olmazlardandır. Kürtaj, sex-gender, toplum baskısı gibi klişeleşmiş mevzuların açılmasıyla herkesin bir ucundan bu konulara dokunması bir olur. Mesela başörtüsü meselesi artık demodedir çünkü artık liberalizdir ve “Başörtüsü özgürlüktür.” dediğimize göre de mesele hallolmuştur. Şimdi mevzumuz “Homoseksüellik özgürlüktür.”, “Tabii kürtaj da kadının en temel hakkıdır.”. Her şey özgürlüktür kısacası, her şey serbest olmalıdır ama sen namaz kılmak istersen o biraz gericililiktir. Kıl tabii ama biz hiç görmeyelim, Allah’a inanabilirsin ama bunu çok dile getirme, yani emirlerine uymanda bir sakınca yok tabii de üniversitede yapmasan iyi olur. Afiş asarsan kaldırılır ama çıplak kadın afişi asarsak ve kaldırırsan o zaman fena olur. Yani biraz karışık konular sanki ya da denklem çok basit.
Belki biraz anılarımla genelin bildiği ama benim de şahsen tecrübe ettiğim konulardan bahsedebilirim: Bölüme başladığım ilk hafta bir sunum yapmıştım, tamamen okul hayatıyla, eğitimdeki engellerle ilgili bir sunumdu ve bir saat sürmüştü. Bütün engellerden bahsetmiştim ama yaşadıklarımızdan örnekler vermeye gelince başörtülülerin okula alınmadığı dönemlerden bahsederek örnek verdim, sanırım uzun bir örnekti ki bütün konumuz bu oldu. Hocanın birden yüzü asılmıştı, konuyu siyasete bağladı, açıkçası sınıfın da hocayı destekleyeceğini düşünüyordum ama fark etmezdi benim için. Sonra ilginç bir şey olmuştu, benimle aynı görüşte olan olmayan pek çok kişi beni desteklemiş ve onlar da örnekler vermişti. Aradan birkaç itiraz yükselse de cevaplarını aldıktan sonra yatışmışlardı. İşte o ilk gün bizim için yeni bir maceranın başlangıcıydı. Devamı gelmeliydi ve bu destek beni umutlandırmıştı. O günkü derdim eski konuları açmak değildi doğrusu, yalnızca tutarsız davranışlarını fark etmelerini sağlamak ve “Biz de buradayız!” demekti. Dersler ilerledi, gün geçmiyordu ki klişe konularımız açılmasın ve tek tip fikirler söylenmesin. Derslerimize homoseksüel ve vegan konuklar geliyordu. Vegan arkadaş, öncesinde izlediğimiz vahşi videolara değinerek hayvanların eziyetle öldürülmesinin ne kadar gaddarca olduğunu anlatıyordu. Elbette ki Müslüman’ın hayvanların da ahirette hakkını alacağına inanarak bir hayvana eziyet etmesi, hele de bunu savunması mümkün olamazdı ama konu gelir de “Kurban Bayramı’nda hayvanlara acımıyorlar, katlediyorlar.”a varırsa işin rengi değişir, orada söz hakkı alıp konuşmamam işten bile değildir. Muhabbet hayvanlara eziyet üzerine dönüp hayvanların kıtır kıtır atıldığı videolara gelince, o noktada birdenbire “Abortion da böyle vahşice.” demiştim . Tüm sınıf tamamen sessizleşti. Vegan arkadaş da, hoca da sadece şaşkın bir şekilde bana bakmıştı; ben de fırsattan istifade “Abortion da bir bebeğin yaşama hakkının elinden alınması, vahşice öldürülmesi demektir.” dediğimde hocanın “Evet öyle düşünülebilir.” deyip sonunda konuyu kadın hakkına bağladığını, veganın da sadece şaşkınca baktığını hatırlıyorum. Ve yine bir gün homoseksüel bir konuk gelip homoseksüelliğin doğal bir şey olduğunu, hastalık olmadığını, eskiden homoseksüellere insanların taptığını söylemesiyle ortalık karışır; ben yine yerimde duramayıp birkaç kelam ettikten sonra hocanın artık beni çok seveceğini(!) düşünmeye başlarım. Eee tabii her hocanın dersinde ayrı ayrı konuşup kendimizi tanıtmazsak olmaz, her birinin fikirlerimize aşina olması lazım.
Başka bir konu da sınav saatlerinin namaz vaktine konulması ve sınav sırasında namaz vaktinin geçmesi. Bir hoca sınav saatini namaz vaktine koymak isteyince yarım saat sonraya almak istediğimizi, namaz kılıp öyle gelmemiz gerektiğini söyledim. Hoca da duyar duymaz “Olur tabii ne demek.” demedi doğal olarak, “Tamam o zaman biz geç geliriz, siz sınavı başlatın.” dediğimde ise “Geç gelmeyin, sınava alınmazsınız, arkadaşlarınızı rahatsız etmeyin.” yanıtını aldık. “Madem öyle arkada bize yer ayırın, az kişi değiliz, namazdan sonra direkt oralara oturalım; kimse de rahatsız olmaz.” dedim, sınıftaki namaz kılan arkadaşlar da son derece destek oldular. Dersin sonuna kadar ikna olmayan hocamız bizden “fedakarlık yapmamızı” ve namazı sınav için kılmamamızı istemişti. Biz de bunun mümkün olmadığını söyleyip kendisine alternatifleri sunduktan sonra geç gelmemizi kabul etmiş ve bize arkada yer ayırmıştı.
Bu ve benzeri olayları çoğumuz yaşamışızdır. İlk ve son olmayacak elbette, sadece nasıl davranmamız gerektiğini kestirebilelim yeter ki. Önemli olan nokta ise kararlı olmak ve inandığın davada taviz vermeksizin yürümek.
Büşra Ünlü
Yayınlandığı yer: Ahval Dergisi Sayı 2
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder