Komşuluk Hakkı İçin Elimden Tut

Sokakta yatan çocuklar, hamile bir kadın, çocukları olan bir aile, dilenmeye, az bir ücretle sabahtan akşama çalışmak zorunda bırakılan çocuklar, kadınlar, ailesini barındırmak için aç kalmaya razı olan babalar... Bu manzaralara çok da uzak değiliz. Sokağa çıktığımız andan itibaren her an karşılaşabileceğimiz tezahürler hakikatte. Onlar kendi halkına zulmeden bir diktatörden kaçan Müslüman kardeşlerimiz, Suriyeliler. Nereli olduklarının, hangi dili konuştuklarının, maddi olanaklarının bir farkı yok bizim için. Onlar Rasulullah aleyhisselam ve Ashab-ı Güzin’in Mekke’de kendilerine zulmedenlerden Medine’ye hicret ettikleri gibi Suriye’den Türkiye’ye hicret eden muhacir kardeşlerimiz.


Yurtlarından çıkmak zorunda bırakılan kardeşlerimiz’in sığındığı 5 ülkeden biri Türkiye ve aralarında dili Arapça olmayan tek ülke. Elbette bize gelmelerinin pek çok nedeni var. Sınır ülke olmamız hasebiyle bir kısmının akrabaları burada, bir kısmı canını kurtarmak için nereye atabilirim kendimi diyerek koşmuş. Arap olsun, Kürt olsun buraya gelen Suriyeli aileler Türkiye hakkında ‘bize kucak açar, onlar da Müslüman ülke, bizi yalnız bırakmazlar’ diyerek gelmişler. Aynı dili aynı kültürü paylaşmalarına rağmen Suud krallığının yapmadığı ve diğer Arap ülkelerinin onlara sırt döndüğü bir dönemde Türkiye’nin kucak açacağını bildikleri için gelmişler.

Bu savaş döneminde üniversitedeki arkadaşlarımızla oluşturduğumuz bir grupla 800 civarında Suriyeli aileye yardım etme fırsatımız oldu. Onlarla birebir iletişim kurmamız, evlerinde ziyaret etmemiz, kimi için ev araştırmamız, içinde bulundukları durumu daha iyi anlamamızı sağladı. Her birimiz bir ucundan tutmaya çalışıyoruz; tercümanlık yaparak, kıyafet ve eşya toplayarak, çevremizden maddi manevi yardım alarak, aileleri ziyaret ederek ve onları yalnız bırakmayarak… Bunlar onların ailelerinden pek çok ferdi geride bırakıp gelmelerine, yakınlarının şehid oluşlarına, evlatlarını kaybedenlerin acılarını dindirmeye, yaşadıkları travmaların etkisini yok etmeye, yaralanan körpe bedenlerine bakıp üzülen genç kızların, çocukların hayallerinin ellerinden nasıl akıp gittiğine, ülkelerinde üniversite okurken burda az bir ücretle işçi olarak gelecek planlarının kaçıp gitmesine duydukları üzüntüleri sonlandırmaya yetmez. Sokakta yatan, onlar kadar şanslı olamayan, soğukta bir evi bulunmayan, ailesinin yarısı Suriye’de kalmış ve çocuklarıyla kaldırımda uyuyan annelerden bahsetmiyorum bile.

Kimi ailelerle yakından konuşma imkânımız oldu, kimisiyle de sadece yardımlaşmadan ibaret kaldı ama hal hatır sormayı, onlara tebessüm etmeyi, kardeş olduğumuzu göstermeyi unutmadık. Aralarında bir aile vardı ki, baba Suriye’de dekanmış. 5-6 dil biliyor ve 7 çocuğu var. Hatta 7. çocuklarının doğumunda ailenin yanındaydım ama bir anda yıllar boyu kazandığı ilmi ve başarısı önemsizleşmiş. Türkçe bilmediği için de burada zorluk çekiyor. İş bulmada sıkıntılar yaşıyor ve maalesef abimiz kansere yakalanıyor. Yavaş yavaş güçten düşüyor. Oysaki çocukları daha çok küçükler. Şimdiden ‘çocuklar size emanet’ demeye başladı. Bizse bu ağır yükü omuzlarımızda hissetmeye başlıyoruz yavaş yavaş. Aslında bu abimiz bir tane değil. İstanbul’da 100 bin, Türkiye’nin tamamında 500 binden fazla kayıtlı Suriyeli aile bulunmakta. Bunlar yalnızca Türkiye’deki rakamlar. Diğer ülkeleri de hesaba katarsak içinden çıkılamaz trajik rakamlar görmekteyiz.

Sığınmacı olarak adlandırılan Suriyeli muhacirler geçici misafir sayılmakta. Sağlık hizmetlerindense ücretsiz yararlanabilme hakları var. Ancak kaçı bu hizmetleri alabiliyor ki... Eğitim hayatı yarıda kalan bizim yaşımızda yahut daha küçük gençler şimdi ev geçindirmek için saatlerce çalışmak zorunda. Halepli bir baba; “Suriye’deyken iki kızım üniversiteye gidiyordu. Burada yaklaşık iki aydır tekstil atölyesinde on bir-on iki saat çalışıyorlar. Daha önce Suriye’de hiç çalışmamışlardı. Akşam ayakları şişmiş halde eve geliyorlar” diyor.

Ailelerin çektiği belli başlı sıkıntılar; ev bulamama, kaldığı evin bodrum kat ve nemli olması, sık sık hastalanmaları, soğuk, açlık, iş bulamama, su ve elektrik sıkıntısı, çocukların eğitim sorunları, dil problemi -Türkmen aileler dil konusunda rahat ermekte, ancak Arap ve Kürt aileler dertlerini anlatamamakta-, çocuk ve yaşlıların bakımı… Dolayısıyla Suriyelilerin elinden tutması gereken yalnızca halk değil. Devletin de bunca insan için kesin bir çözüm bulması şart. Mülteciler devletin tanıdığı hakları bilmiyorlar. Bu da onların haklarından yararlanamama nedenleri oluyor. İsteğimiz şey bir rapor hazırlayıp ellerine broşür halinde vermek. Burada devlete pek çok görev düşüyor. Onlara haklarını anlatmalı.

Savaş psikolojisi onlarda derin yaralar açmış. Ailelerle konuştuğumuzda gözleri doluyor, acılarının biriktiği çok açık. Ruhsal travmalar da en çok çocuklarda ve yaşlılarda görülüyor. Dünyaya yeni gelmiş bebekler gözlerini bombayla açıyor. Çocuklar anlamlandıramıyor yaşadıklarını. Kimileri yetim kalmış, başlarının okşanmaya ihtiyacı var. Yaşlılarsa bunca yıldır kök saldıkları topraklarından ayrı kalmanın, ailelerinin dağılmasının acısını yaşıyorlar. Aileler; “Bizim atalarımız da orada yaşıyordu. Her şeyimiz oradaydı; malımız, mülkümüz, evlatlarımız... Kimimiz Suriye’deyken iyi durumdaydı. Refah bir hayat sürüyorduk. Şimdi burada perişan kaldık. Kimisinin durumu oradayken de kötüydü. Burada iyice sefil oldular” diyor.

Suriyeli kardeşlerimizin başına gelen bu durum hepimizin başına gelebilecek bir şey. Allah herkesi bir vesileyle imtihan ediyor. Suriyeli Müslüman kardeşlerimizi savaşla, canlarıyla, mallarıyla, evlatlarıyla, yurtlarıyla imtihan ediyor. Bizleri de kardeşlerimize kucak açıp açmamamızla, onları nasıl karşıladığımızla, onlarla nelerimizi paylaşıp ensarlık yapabildiğimizle… “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” buyuran Peygamber aleyhisselamın ümmetiyiz biz. Nasıl elimiz kolumuz bağlı oturabiliriz ki?

Yayınlandığı yer: Genç Adam Dergisi Sayı 4

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder